ŞİİRSEL AĞIRLIK

RÜYA GİBİ

Sanat Konuşmaları: Nurcan Gündoğan & M. Wenda Koyuncu
18.02.22

Bilsart, küratörlüğünü M. Wenda Koyuncu’nun yaptığı “Şiirsel Ağırlık” isimli sergiye ev sahipliği yapıyor. Sergide sırasıyla Emin Çelik ve Nurcan Gündoğan’ın işleri yer alıyor.

Edebiyat, şiir yaşamın ağırlığına karşı koyabilir mi?

Kültürel/toplumsal olarak geçmişten devraldığımız karamsar miras ve geleceğin öngörülemez koyu sis bulutları içinde kaybolan hayal gücündeki azalma bugün’ün imgeleminde nasıl bir birliktelik inşa ediyor?  İtalo Calvino, Amerika Dersleri adlı kitabında edebiyatı yaşamın ağırlığı karşısında bir imkan olarak hafifliği sağlamanın bir yolu olduğunu önerir/anlatır.[1] Calvino’nun ‘’gelecek bin yıla’’ bırakılmasını arzuladığı bir değer olan hafifliğin veya hafifleşmeyi çağıran anlamın dilin kullanımı ve görsel uzam içinde varlığı bu manada kritik bir eşikte duruyor. Hafiflik dili, nesneler ve durumlar tarafından çevrelenmiş, gündelik ve resmi dilin buyurgan/kuşatıcı ağırlığına karşı bir kaçış noktası olarak belirmektedir. Yerçekimi içinde nesnelerin (tarih, söylem, yasa’yı kapsayan) ağırlığına karşı Dünya üzerinde bir bulut, bir toz tabakası, bir manyetik itkiler alanı olarak hafifliğin diliyle konuşmak bir çıkış yaratabilir.

Şiir, Barthes’in de deyimiyle dilin faşizan yapısını dağıtabilen, onunla kafa bulabilen bir özgürlük ve eylem alanı olarak biçimlenir.  Ses veya söz olandan görsel olanı sağaltmak da bu manada sonsuz bir imgelemin perdesini aralayabilir. Edebiyatın veya şiirin hafiflik dilinde kaçış noktalarının çokluğu, görsel olanın uzamını derinleştirir. 

Emin Çelik ve Nurcan Gündoğan dünyanın ağırlığından kaçmanın bir yolu/hafifliği olan şiire başvurarak bu ağırlık/hafiflik meselesini tartmaya başlıyorlar. Farklı coğrafyalardan ama hemen hemen aynı dönemlerde yaşamış, biri doğudan diğeri batıdan, iki şairin ve de bir bestecinin eserlerinden acı, keder ve kayıp duygularının ortaklaştığı ve ayrıldığı kıvrımlara işaret ediyorlar.

Emin Çelik

İsyan ve Melankoli

Emin Çelik, geçen yüzyıl başında yaşamış, savaşlara katılmış, büyük trajedilere tanık olmuş büyük dedesi Molla Ahmet Haydarî’nin Divan’nından kasidelerini Parajanov’a öykünen bir imgeselleştirme yoluyla dedesiyle iç içe geçen biyografik bir performans ortaya koyuyor. Genç yaşta ölen Molla Haydarî’nin tasavvufla başlayan yolcuğu, sürekli göçlerle, ayrılıklarla, acılara tanık olmakla derin bir melankoliye evriliyor. Çelik, büyük dedesinin nesne biriktirme, belge toplama şeklindeki arşivcilik pratiğini bir takım sembolik endüstriyel nesnelerle kendi arşivciliği ile birleştiriyor.

Nurcan Gündoğan

Rüya Gibi

Nurcan Gündoğan, Alman şair Friedrich Rückert’in ölen çocukları için yazdığı şiirleri yine Gustav Mahler’in o şiirler için bestelediği “Çocuğun Ölümü Üzerine Lied’ler(Şarkılar)” adlı eserini baz alarak çocuğa yönelik bitmeyen şiddet ve gaddarlığın politik ve toplumsal sürekliliğine eğiliyor. Bir çocuğun kısacık yaşamının hem kendisi hem de ailesi için bir tür rüya olduğu esprisiyle hareket eden sanatçı, bu rüyanın bir kabusa evrilebileceğini düşündürtüyor. Dünyanın ağırlığından kurtulmanın sığınağı olarak başvurulması gereken hafiflik eylemleri olarak edebiyat veya şiiri öneren Calvino’nun önerisi acaba gereken hafifliği sağlayabiliyor mu?


[1] Aktaran Murat Kacıroğlu, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/236887

NURCAN GÜNDOĞAN

RÜYA GİBİ

Dünyanın her yerinde her zaman bir çocuk ölümü herkesi ortaklaştıran, birleştiren bir acıdır. Sadece o çocuğun ebeveynleri için değil, herkes için. Rüya gibi kısacık bir hayatın bitiverişi kimi isyan ettirmez ki? Bundan daha büyük bir acı olabilir mi? Friedrich Rückert 19. yüzyılın ortalarında bu şiirleri yazdığında hastalık yüzünden çocuklarını kaybetmişti. Zengin-yoksul nerdeyse her evden bir çocuk cenazesinin çıktığı, dolayısıyla bu büyük acıyı nerdeyse paylaştığı o günlerden bugünlere çok şey değişti – tıbbın gelişmesi, aşılar, yeni tedavi yöntemleri, ilaçlar ve beslenme sayesinde… Ama çocuk kayıpları devam ediyor, dünyalar, coğrafyalar, sebepler, zamanlar farklı, ama kayıplar, ölümler, acılar ortak. Çocukların rüya gibi geçmesini beklediğimiz, kısa bir kâbusa dönüşen hayatları. Bu acıyla nasıl yaşanır? Belki ancak yaptığın işi en iyi şekilde yaparak ve asla pes etmeyerek.

NURCAN GÜNDOĞAN HAKKINDA

2004 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi, sanat tasarım fakültesi, bileşik sanatlar programından mezun oldum. Halen İstanbul’da yaşıyorum. Son yıllarda daha çok kadınlar ve çocuklar üzerine işler yapıyorum. Video, yerleştirme ve karışık teknik kullanarak eser üretmeye çalışıyorum. Son yaptığım birkaç sergi;

Mart 2019                  Kasa Galeri, “Çiçek Yarası” sergisi,
                                    “Ey İşçi”, video yerleştirme,

                                    “Sessiz Ağıt”, yerleştirme

                                    “Kuyu”, yerleştirme (Neriman Polat ile)

Temmuz  2018          Bayan Yanı, “Yüz Körlüğü” sergisi, “Flu”,

                                    fotoğraf-karışık teknik, 30 x 150 cm.

Mayıs 2017                Ark Kültür “Kendine Ait Bir Oda” sergisi ,

                                    “Kestik Bitti “ adlı yerleştirme

Şubat 2016               Bursa Nilüfer Belediyesi “İflah Olmaz“ sergisi,

                                    “Bağdat’ın Kızı” adlı yerleştirme.

Kasım 2014               Apartman Project, “Stay With Me” sergisi,

                                    karışık teknikle hazırlanmış defter