5541

Sanat Konuşmaları: Ali Kazma & Ali Akay
19.09.2018

Bilsart, Ali Kazma’nın “5541” isimli solo sergisine 19 Eylül – 29 Eylül tarihleri arasında ev sahipliği yapıyor. Sergi, ismini Ali Kazma’nın tek kanallı video çalışmasından alıyor. Daha önce Fransa’da Lyon’da Paul Ardenne’in küratörlüğündeki “Motopoétique” sergisinde gösterilen bu eserin İstanbul’daki ilk gösterimi ise Bilsart’ta gerçekleşiyor.

Bizi bir arada tutan bu hareket

Ali Kazma

Barbara Polla tarafından önerilen konu

“Motopoetique” de Ali Kazma, 2012 ve 2013 yıllarında yapılan çeşitli motosiklet gezileri sırasında çekilen bir video çalışmasını gösteriyor. Bu gezilerin üçü, “Motopoetique”in küratörü ve 2001’den bu yana sanatçının çalışmalarının yakın takipçisi olan Paul Ardenne’le birlikte çekildi. Bu gezilerden biri Anadolu’da, diğeri Kuzey Avrupa’da, sonuncusu da Güney Amerika’da gerçekleştirildi. Ali Kazma burada, motosikletin onun için neyi temsil ettiğini ve ne yarattığını anlatıyor: samimi bir alan, takip etmemiz gereken bir yol, güç, yakında tekrar yola çıkacağı bir yol arkadaşı.

Sese ve görüntülere dair

Motosiklete binmek, en başta, rüzgârı ve motoru birlikte duymanın duyusal hazzıdır; akışkan olan bu sesler, hızlanma, yavaşlama, açı ve süratle değişirler. Motosiklet kullanırken konuşamıyorum, sadece düşüncelerim kalıyor. Birkaç kişi birlikte olsak da bu durum hâlâ geçerli. Ancak bu sefer de birlikte yol aldıklarınıza ilişkin, zaman ve mekân boyunca paylaşılan bir hareket deneyiminden doğan kardeşçe bir yakınlık duyuyorsunuz. Yolda ilerlerken, kaskımın içinde sadece rüzgârın ve motorun sesini duyabiliyorum; süratle bir arka plan gürültüsüne dönüşen bu ses, bana eşlik eden oldukça fiziksel bir duyum haline geliyor. Tuhaf bir ses ve görüntü dünyasına dalıyorum. Manzaranın ortasına bu yalnız dalış; kulaklarımda kulaklığım, gözüm görüntülere sabitlenmiş bir şekilde kurgu stüdyosundaki çekimlerime dalmama benziyor. Orada da, videonun sesi, tıpkı kaskımdaki ses gibi, başka bir şey duymama engel oluyor – her iki durumda da ses ve görüntülere odaklanmış bir halde, çok kişisel bir koza içindeyim. Benzer konsantrasyon: sesler ve görüntüler arasında yolculuk halindeyim; tek başıma.

Yolun vaadi

Hareket kendi zarafetine sahiptir, yol ise daima bir vaattir. Şüphe duyacağınız bir vaat değil, güvenebileceğiniz bir vaat: Sadakatle, yeni manzaralar, biçimler, ışıklar ve bilinmeyen hazlar getirerek, yol sürekli akar ve bu daimi değişimler bir senaryo oluşturur. Bir şeylerin olacağı kesindir; fakat bu, büyük bir şey olmak zorunda değildir. Belki de sadece yağmur yağar – ve bu yeni manzara karşısında ya da yolun zorlu yüzeylerinde ya da yol, virajlar ve manzarayla birlikte her şey aniden mükemmel hale geldiğinde ve bu mükemmellikten şaşkına döndüğümde yağmuru yeniden keşfederim. Yolu şimdiden özlediğimi hissediyorum. Yol tabi ki de bir metafordur, başından sonuna –motorumun üzerinde ya da yolda– tıpkı işimde olduğu gibi açıktayım. Her iki durumda da, kendimi karşılaştırabileceğim kendimden başka bir şey yok. Bana hiçbir şey verilmiyor; hiçbir şey de benden alınmıyor. Gideceğim yön, ancak, zaten içimde olanla belirleniyor. Bu, hakkında çok fazla konuşmamam gereken bir konu; ki onu tüketmeyeyim. Fazlası, onu benden kaçırabilir. Yol mahremdir ve nadiren paylaşılır.         

Doğal bir güç

Motosiklete binmeye, yaklaşık on üç yaşındayken başladım. O yıllarda İstanbul’da, kaçak yollarla scooter kiralayabiliyorduk. Daha sonra, İzmir’de, kendi motorları olan benden yaşça büyük arkadaşlarım oldu. Motorlarını kullanmanın saf hazzını yaşayabilmek için onları görmeye İzmir’e giderdim. Motosiklet mi? İlk görüşte aşk, apansız aşk. Şimdiki motorum, bir BMW R 1200 R. Ben, ona iyi bakıyorum; o da bana iyi bakıyor. Onunla gurur duyuyorum – eğer bir motosiklet olarak yeniden dünyaya gelsem, başka bir model değil; kendi motorum olurdum. Onu seviyorum; çünkü çaba harcamadan, sürekli olarak güçlü; gücünü ortaya koyması için motorunu zorlamanıza gerek yok. Gösteriş meraklısı değil. Kendisinden, salt bir makine olmaktan gurur duyan bir makine o. Gittiği gibi de duruyor; kusursuz bir biçimde,       sızlanmadan. Motosikletlerdeki frenleme gücünün değerini –ağaç, kamyon ya da bir geyik gibi üzerinize aşırı bir süratle gelen– bir engelle karşılaştığınızda çabucak öğrenirsiniz.

Motosiklete binmek bir tür kazanılmış beceridir. Beceri, “sahip olabileceğiniz” bir şey değildir; ne bir nesnenin prizmasından geçer, ne de tanınabilir. Bir rotadır, süreçtir, momentumdur. Tuğla, tuğla; katman, katman üzerinde çalıştığınız bir binadır. Beceri, hiç bitmeyen bir yoldur. Kendine “uygun”, çekirdek bir varoluş biçimi bulmaktır. Bu, aynı zamanda bir şans meselesidir. Elde edilebilmesi için doğal bir kabiliyet ve güç gerekir. Talihsizlikler karşısında, kişi özgüvenini kaybetmemeli, etrafın baskısına ve kısa yollara direnmelidir. Kişi, hiç durmadan, becerisi üzerinde çalışmak zorundadır. Beceri, kendi başına yaşayamaz. Bu anlamda, motosiklet ile benzerlik gösterir. Devinim ve kendisine gösterilen özenle ayakta kalır. Kısa bir an için bile olsa, motorunuzu kendi başına bırakırsanız, devrilir. Bu durum, birçok motosiklet sürücüsünün de maalesef iyi bileceği gibi genellikle kötü sonuçlar yaratır.  Ona sürekli olarak dikkat etmezseniz, motorunuz da tıpkı yaşamınız gibi yoldan çıkabilir.

Sonuna kadar yaşamak

Motor sürmek tüm beden ve duyularla yapılan bir iştir. Hem zihinsel hem de fiziksel olarak dikkat etmek zorundasınız. Sürüşle geçen bütün bir günün ardından tüm enerjimi tüketmiş olurum. Bitip tükenmediğim sürece, sürüş sırasında durmak benim için çok zordur. Yeniden tamamen şarj olabilmesi için bedenimin bu tükenişe ihtiyacı var. Ancak o zaman bana durmak doğruymuş gibi geliyor. Eğer bu noktadan önce durursam, gergin bir enerjiyle kalakalıyorum ve bu bana ‘yanlış’ geliyor. Eğer tükenmişliğin son raddesine ulaşırsanız, tam anlamıyla dinlenmek ve bedenin kendini yenilemesi hissetmek büyük bir zevktir. Ancak o zaman, bir kadeh şarabın mükemmelliği ortaya çıkar ve sıcak bir duşun ardından gelen derin bir uyku cennetin ta kendisidir. Ve yarın daha fazlası! Enerjiyi tamamen tüketmenin ve yenilenmenin zinde, genç ve tetikte kalmanın en iyi yolu olduğuna eminim. Beden, tükenmesinin ardından dinlendiğinde, kendini yeniler, onarılması gereken parçalarını gözden geçirir ve onlarla ilgilenir. Aynı süreç zihin için de geçerlidir – tükenene kadar çalışmayı, film çekmeyi ve kurgu yapmayı seviyorum. Ardından ritmi değiştiririm; dinlenir, uyur, okur ve kendimi farklı şeylere veririm. Bu değişimin gerekli olduğuna inanıyorum. Eğer enerjimizi farklı yollarla sürekli olarak tüketmezsek erken yaşlanırız. Hareket, değişim ve tükenmişlik bizi entropiden korur.      

Ve tüm bunları ve daha fazlasını bize motor verir.

ALİ KAZMA HAKKINDA

1971, İstanbul

Çalışmaları uluslararası bienallerde ve sanat kurumlarında sergilenmiş bir video sanatçısıdır. Yüksek lisansını 1998’de New York’taki The New School’da tamamlamasının ardından, 2000 yılında İstanbul’a döndü ve halen İstanbul’da yaşamaktadır.

Ali Kazma şimdiye kadar Venedik, İstanbul, Sao Paulo, Curitiba, Selanik, Lyon ve Havana bienallerine katıldı. 55. Venedik Bienali’nde Türkiye Pavyonu’unda solo sergisiyle yer aldı. Eserlerinin sergilendiği kurumlar arasında Musée d’art Contemporaine, Lyon; ARTER, İstanbul; Lenbachhaus, Münih; MAXXI, Roma; Hirshhorn Museum, Washington DC; MEP, Paris ve Jeu de Paume, Paris yer alır.